13 Ekim 2011 Perşembe

Rüzgara kapılmak

Bi'şeyler bi'şeyler...

Ay ışığı ses ver.

19 Ağustos 2010 Perşembe

sessizlik ne berbat bir yolculuktur*

korkmuyorum,sadece sana yazmak istiyorum diye başladı kusmalarım.
ama durdu sonra yakalayamadım güner.
belki gelir tekrardan
bana bir müzik lazım.
onu da kaybettim.
şarabı da.
herşeyi...
sessizliği..

2 Ağustos 2010 Pazartesi

hey joe

biliyorsun sen bunu
en son duyulan ayak sesi ve üzrine kapanan demir kapı
çıkıyor musun bu sefer, yeniden mi giriyorsun içeri
anlaşılmıyor şarkıdan
anlaşılmıyor joe
gençliğimizin polisiye günleri
kendi romanlarımız içinde uydurduğumuz adlar
sanki o romanlar sahi de yaşadıklarımız yalan

unuttuğum adların gece parklarında kaç kez aldattım seni
ben ihanetle öğrendim sadakati
kaç kez korkunun gözleriyle bakıştım bıçağının yüzünde
artık kimse öldüremez beni

çok zaman geçti herşeyin, herkesin üstünden
hayat ödünç tenha uzak biz birbirimizin şarkılarının mirasıyız joe
şimdi kaç kişi kaldık
göğe bakma durağında el ele tutuştuğumuz gençlikten
ben yine de bir yola çağırıyorum seni
ister inanç de buna ister çaresizlikten
dudaklarımı kanatırdı ıslığın
hiç unutmadım hiç unutmadım
ne zaman karanlığa düşsem senin ıslığını çalarım

ben seni en çok dizlerin titrerken sevdim joe

çık saklandığın yerden joe
nerdeysen çık, ölmek değilse bu, bak kayboluyorum
yoruldum seni beklerken vakit geçirdiğim dublörlerinden
sana yazdığım
hikayeyi yanlış okuyorlar her seferinde
ah şimdi joe burda olsaydı diyorum
joe şimdi burda olacaktı ki diyorum
bazen sarhoşken kalabalığın içinde yüksek sesle söylüyorum adını ya da birinin kollarındayken, bazen pencereyi açıp sokaktan geçiyormuşsun gibi ardından sesleniyorum, hep başkaları bakıyor yukarıya. ben gülümseyerek, gitti, diyorum, yakalayamadım, gitti. sahi gittin mi joe? yoksa hiç mi olmadın mı?

çık ortaya saklandığın yerden
yoruldum, azaldım beklemekten
bazen düşünüyorum da
var mıydın sahiden, yoksa bir şarkının anısı mı uydurdu seni
hiç bir şey benzemiyor değil mi, şimdi geçmişten daha çok bizim olan gençliğimize
bilmem ki, karşılaşsak bile birbirimizi hatırlayabilir miyiz yeniden
ikimiz de artık bir başkasıyken
gene de sen bilirsin joe, sen bilirsin
öyle iyiydik, bir düşün istersen.

MURATHAN MUNGAN

20 Haziran 2010 Pazar

eski

" Ağlama artık..
Bu gidiş,hem gidiş hem kalıştır ikimiz içinde..
Ben ne kadar gitsem de kalıyorum seninle ve sen ne kadar kalsan da geliyorsun benimle.. Hoşçakal.. "
W. Shakespeare.

12 Haziran 2010 Cumartesi

yıldırım gibi atlar koşulu troika

bu yüzden mi bu yağmurlar
dakika sonrasında bembeyaz bulutlar
böyle mi oluyor karışıklık
buna mı deniyordu?
unuttum.
ama seviyorum

18 Nisan 2010 Pazar

yine başlıyoruz

dışarı çıkıp arabama doğru yürüdüm
sileceğime bir not
sıkıştırılmıştı:
''hey,ihtiyar,ara beni bir ara.
biliyorsun
numaram rehberde kayıtlı''
ve şöyle imzalamıştı:
''açık kahverengi gözler''

biliyordum kim olduğunu,
imza olmadan da tanırdım
kocaman harflerle yazılmış o yazıyı.

1 Nisan 2010 Perşembe

hey luna

güneeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeer

uzun süredir tatil yapamadık. yoğun iş hayatı başımı döndürdü.
sen ne alemdesin?
ben de kahküllerimden bıktım evet.

3 Ocak 2010 Pazar

Red Line

Yeni yıl kırmızı olsun mu Güner?
Hayat kırmızı olsun.
Kırmızı balonlar
kırmızı eldivenler
kırmızı ojeler
kırmızı kitaplar...

Kırmızı bir hırka aldım kendime
ve odan için kırmızı yuvarlak bir halı düşünebilirim.
Ne dersin?
Ya da kırmızı bir ruj yakışabilir sana.
Her şey ihtimal dahilinde!
Belki 25. yaş gününde saçına bir tutam kırmızı ekleriz.
Evime kırmızı bir koltuk alacağıma söz verdim.
O halde sen de kırmızı bir topuklu ayakkabıyı hak ettin.
Modeline sen karar ver.
Ama masaldaki kötü cadının elindeki kırmızı elmayı düşünme lütfen..
Onun yerine palyaçonun burnunu hayal edebilirsin.
Evet.

''Renkler karışıyor ve biz de onları kokluyoruz''

30 Aralık 2009 Çarşamba

Kahve'nin tadı:Mat ve çarpıcı

......Fırtınalar geçiyor ruhumdan bu aralar,tam beynimin ortasında bir kara delik var sanki anılar akmaya başladığında çılgınlara dönüyorum.Sana yazdığım eski yazıları aralara yerleştireceğim zira öylesine karanlık ki bazısı hiç yoktan gözümü alıyor.Sanırım ikimizde kör olmak istemeyiz ..........

Böyle başladım düşünmeye.
Düşündüm ve kendimi bisiklete binmiş sana gelirken buldum. Tam bir sene önceydi evet.
Saçlarımı toplamıştım,üzerimde beyaz hırkam ve siyah pantolonum vardı.O günü unutmadım.Seninle geçirdiğim diğer anları da unutmadığım gibi.

....Yağmurlu akşamlarda daracık çift katlı otobüslerde kasetçalarımızla dinlediğimiz müzikleri de unutmadım. Nasıl da kazınırdı beyinlerimize o sözler. Kara bir kedi olurduk bazen,bazen bir makedonya türküsü. Tam 3 sene önceydi,sokakları arşınlardık durmadan. Mor bi montum vardı,sen giymiştin durakta çekirdek çitlediğimiz akşam.
Evet şimdi çok uzak. Koşarak uzaklaştık çünkü o yağmurlardan..Geriye dönmek istemeyeceğimiz zamanlar..Çünkü ıslanmayı bilmiyorduk o zaman,
çünkü daha henüz çıktık sudan...
Tanışalı beş,görüşmeyeli bir sene oldu. Ama sanırım yazarak,normalde hiç olamayacağı kadar anladık birbirimizi. İşte bu en güzeli*
Bir sene öncesi bizim için tam bir kara delik. Çünkü evet kaybettik kendimizi,tam bir sene önceydi. Sonrası geldi ama hiçti.
Hiç...

İlk zamanlar,tanıştığımız günler,farkındalıktan uzak,geçici bir heves. Şimdi varlar mı? Hayır yoklar...
Söylesene kim var?
Hiç kimse yok. İşte bu kadar.

4 Aralık 2009 Cuma

*

Ama biraz kus artık içindekileri.
Yoksa nasıl kurtulacaksın ki?

3 Kasım 2009 Salı

Tuz ve Nem 2

Kara Toprak

Duramam artık ben.
Durmam. Yazarım
Seni bekliyormuşum meğer.
Uyuşukluğu hal edindim kendime. Başla bir yol bilmez oldum
Yerim yurdum hala kayıp.
Beklentilerim hala uzak...
Seni görmek güzel şey olsa gerek.
İçimdeki hezeyanları kelimelere dökme aşkından...
'Dost dost diye nicesine sarıldım' der ya aşık.
Oradaki sadık aşk gibiyim.
Kara bir toprak gibi.
Hayır şikayet etmiyorum.
Hal bildiriyorum.
Benim sadık yarim kara topraktır

Beklemek

Bekledim. Bekledim ve sabrettim.
Geri dönüşler hep kendinedir insanın. Niye peki?
Çünkü değişim içimizdedir.
Ne kadar çabalasak da kurtulmayı beceremediğimiz
ve hiç beceremeyeceğimiz tek yer kendi içimizdir.
Orada öldük ve orada doğuyoruz.
Kirleniyoruz
Ama her seferinde yeniden başlıyoruz
İşte.

... .
..
.

Kasım karanlık bir ay,acılı...
Anılar güçlü,ağır...
Değişim gerekli,zor...

2 Kasım 2009 Pazartesi

*

Gidecek bir yer daha yok sanıyordum.
Sanmaktan ibaretmiş.
Şimdi kendimleyim.

1 Ekim 2009 Perşembe

duymaz duymaz,seni,beni

sanat dedikleri sehpalarda kesilen başlar
Yollar, yokuşlar, insanlar, düşmanlar, gardaşlar
Duyun duyun diye size sözümüz getirdik canlar
Sehpaya konulmadan evvel ancak duysun bizi başlar
Başlamadan boşluklar,
Duysun bizi başlar
Bu sanrısını biz yönettiği yüzyıla iki savaş sığdırmış
Milyonlarcasından bir taneymiş sıyrılmış
O sehpanın üstüne hangi başlar yatmış
Hangi eller o başları sehpaya yatırmış
Sana sözüm, ah benim iki gözüm sana sözüm
Duymaz o bizi duymaz!

Karacaoğlan der ki; Halimiz nice

ama!
o yarin sevdası gönlümden yüce

Dilekler Dökülüyor

30 Eylül 2009 Çarşamba

Yalnız Adam

yalnız adam.
kaybolmuş.
yalnız adam
kaybolmuş.
sessiz bi yaz
yalnız bi kum
kara kadın
yeşil sabun..yeşil sabun...
yalnız adam
kaybolmuş.
yalnız adam
kaybolmuş.
sessiz bi yaz
yalnız bi kum
soygun kadın
yeşil sabun..yeşil sabun..
yalnız adam
kaybolmuş.
hey kovboy!

22 Eylül 2009 Salı

başkasının sesi'ne

geldim ama sanırım bitmedi daha gitmelerim.
olsun.
ben denizim,gider ve gelirim. dönüşüm belki 603 yıl sonra ama mühim değil. Ne de olsa denizim,gider ve gelirim
Ne de olsa arkama bakmadan kaçm...
evet işte biliyorsun

3 Eylül 2009 Perşembe

FEDERİCO GARCİA LORCAYA YANIK ŞİİR

Issız bir evde,
Korkudan ağlayabilseydim;
Gözlerimi çıkarabilsem de,
Yiyebilseydim;
Senin sesin için yapardım
Bunları,
Yaşlı portakal ağacı sesin;
Senin şiirin için yapardım
Bunları,
Çığlık çığlığa fışkıran şiirin.
Baksana,
Maviye boyuyorlar hastaneleri,
Senin için;
Kıyıdaki kenar mahalleleri
Ve okullar,
Senin için büyüyorlar;
Tüy salıyorlar,
Yaralı melekler;
Pullar örtünüyor,
Düğün balıkları;
Deniz kestaneleri,
Göğe uçuyorlar;
Siyah tülleriyle terzi dükkanları:
Kanla doluyorlar, kaşıklarla,
Senin için;
Ve,
Yutuyorlar,
Yırtılmış kurdeleleri;
Öz canlarına kıyıyorlar,
Öpüşe öpüşe;
Ve ak sadeler giyiniyorlar.
Bir şeftali ağacı
Giyinip de,
Kuş gibi seğirtirken sen;
Kasırga gibi fırıl fırıl,
Bir pirinç gülüşüyle gülerken;
Türküler çağırdığında;
Allak bullak ederken,
Atardamarlarını,
Dişlerini, gırtlağını,
Parmaklarını;
Vay ne şirindin,
Kahrolurdum ben
Kahrolurdum ben
Kızıl göller için:
Güz ortasında bir şahbaz at
Ve kana belenmiş bir tanrıyla,
Beraber yaşadığın.
Kahrolurdum ben,
Mezarlıklar için:
Gece, sesi kısılmış
Çanlar arasından,
Suyla, mezarlarla küllenmiş
Nehirler gibi geçen;
Nehirler:
Hasta asker koğuşları sanki,
Tıklım tıklım dolu;
Ve matem yağlı ölüme,
Çürük taçlı mermer şifreli ölüme,
Nehir nehir gelen ölüme doğru;
Birdenbire taşıveren nehirler.
Gece, ayakta, ağlaya ağlaya,
Boğulmuş çarmıhların geçişini
Seyrederken sen;
Kahrolurdum seni görmek için:
Bak,
Ölüm nehrinin önünde ağlıyorsun
Perperişan;
Garip kalmış köşelerde başın,
Durmaz ha, durmaz gözlerin
Ağlar yaşın yaşın.
Gece ve çıldırasıya yalnız,
Külleri ısıra ısıra;
Dumanı, gölgeyi, unutmayı:
Siyah bir huniyle yığabilseydim,
Trenlerin, gemilerin üstüne;
Filizlendiğin ağaç için,
Yapardım bunları,
Topladığın,
Yaldızlı su yuvaları için;
Sarmaşık için,
Yapardım bunları;
Gecenin sırrını sana ileterek,
Kemiklerini saran
Sarmaşık için.
Islak soğan kokusu gelen
Şehirlerden,
Seni bekliyorlar;
Boğuk bir sesle,
Şarkı söyleyerek
Geçesin diye.
Yeşil kırlangıçlar,
Saçlarının arasına yapıyorlar,
Yuvalarını;
Dilsiz sperma sandalları,
Peşin sıra geliyorlar;
Sümüklü böcekler, haftalar,
Yelkenleri düşürülmüş serenler,
Kirazlar da,
Dönüveriyorlar ossaat:
Gözükünce solgun başın,
On beş gözlü başın,
Al kan içindeki ağzın.
Şehrin otellerini,
İsle doldurabilseydim;
Hıçkıra hıçkıra,
Yok edebilseydim
Çalar saatları;
Ezik dudaklarıyla yaz ayı,
Evine nasıl gelecek,
Göreyim diye
Yapardım bunları;
Yığın yığın insanların,
Melil mahzun tantanalarıyla
Ülkelerin,
İşlemez sabanların,
Gelincik çiçeklerinin;
Mezar kazıcıların, süvarilerin,
Kanlı haritaların, gezegenlerin,
Evine nasıl geldiklerini
Göreyim diye;
Yapardım bunları.
Küllerle örtülü dalgıçların,
Uzun bıçaklarla delik deşik olmuş
Meryem Ana tasvirlerini
Sürüte sürüte gelen maskelerin;
Damarların, köklerin, hastanelerin,
Karıncaların, su gözelerinin,
Evine nasıl geldiklerini
Göreyim diye;
Yapardım bunları.
İçine kapanmış atlının
Örümcekler arasında öldüğü
Bir yatakla,
Gecenin;
Kinden, dikenlerden bir gülün,
Sarıya çalan bir geminin,
Rüzgarlı bir günle, bir bebeğin;
Evine nasıl geldiklerini
Göreyim diye:
Yapardım bunları.
Ben, Oliverio, Norah,
Vicente Aleixandre, Delia,
Maruca, Malva, Marina,
Maria Luisa, Larco, La Rubia,
Rafael Ugarte, Cotapos,
Rafael Alberti, Carlos,
Manolo Altolaguirre, Bebé,
Molinari, Rosales, Concha Méndez,
Ve daha da unuttuklarım;
Evine nasıl gelecektik,
Göreyim diye
Yapardım bunları.
Gel de taçlar takayım,
Gel, sağlık esenlik delikanlısı,
Gel, kelebek kıravatlı civan;
Sen ey,
Sonsuz hür siyah bir şimşek gibi:
Pırıl pırıl insan;
Madem, geç vakitlere dek,
Kalınamıyor daha kayalıklarda;
Bari aramızda konuşalım,
Gel,
Şöylece bir, olduğumuz gibi;
Çiğ için olmadıktan sonra,
Şiirlerde n'olacak yani?
Bir ağu hançerin,
İçimize işlediği bu gece için
Olmadıktan sonra;
Şiirlerde n'olacak yani?
Bu tan kızıllığı için,
Olmadıktan sonra;
İnsanın vurulmuş yüreğinin,
Ölüme hazırlandığı,
Şu viran köşe için olmadıktan sonra
Şiirlerde n'olacak yani?
En çok gece, geceleyin:
Kıyamet gibi yıldızlardır,
Dolmuşlar hepten ırmağa;
Bir kurdele gibiler,
Fakir fukara dolu evlerin
Pencerelerindeki..

Bir ölen var,
Onların evlerinde;
Bürolarda, hastanelerde belki,
Belki asansör ve madenlerde,
İşlerinden oldular.
Onulur şey değil yaraları,
Yaratıklar,
Acı çekiyorlar.
Her yanda dert yanış,
Her yanda,
Vay şuymuş vay bu;
Pencereler,
Göz yaşıyla dolu,
Aşınmış eşikler,
Göz yaşından;
Yüklükler ıslak,
Bir dalga gibi
Halıları dişlemeye gelen
Göz yaşından,
Oysa ki yıldızlardır akar
Uçsuz bucaksız bir nehirde.
Federico,
Dünyayı görüyorsun.
Yolları görüyorsun,
Sirkeyi görüyorsun;
Birkaç ayrılıştan,
Taşlardan, raylardan gayrı,
Kimseciklerin kalmadığı,
Köşeden:
Duman ha deyince,
Zalim tekerleklerine;
Hoşça kalları görüyorsun,
İstasyonlardaki..

Her yanda, sorunlar koyuyorlar,
Çeşit çeşit insan var:
Kanlı bıçaklı kör var,
Öfkelisi, ümitsizi var,
Yoksul var, tırnak ağaçları var;
Şunun bunun sırtından,
Geçinmek sevdasıyla;
Harami var.

Hayat böyle, Federico,
Ey babayiğit,
Ey kara sevdalı adam.
Sana,
Dostluğumun sunabileceği şey
İşte bunlar..
Sen de epeyce şey biliyorsun
Şimdiden.
Yavaş yavaş, daha da,
Öğreneceklerin var.

Pablo Neruda

28 Ağustos 2009 Cuma

Kelimeler ve sesler

Bize bir test yapmak istiyorum.En sevdiğimiz kelimelere dair.
Bu odaya girdim mi bir yazmaktır akıyor içimden.
Fakat;
tutamıyorum o en sevdiğim kelimeleri. Geriyeyse yalnızca bunlar kalıyor.
Yani tutamıyorum derken kaçıyorlar durmadan,buraya doğru değil yanlış anlama. Buradakiler yalnızca çalınan eşyalardan arda kalan ıvır zıvır misali.
Ses yoksa kelime de yok sanırım bazen. O yüzden sesi açarım yettiğince,bazen kendi sesimi de... Ama bazen kısarım sonuna kadar,ama duyarım yine de bozulan mikrofondan çıkan sesleri,aksak beynimin titremesi gibi. Zaten ne oluyorsa o titremelerden sonra oluyor. Bazen hiç tanımadığım insanlar bir anda çok sıcak gelebiliyor bana. Bu genelde gecenin karanlığında oluyor,çünkü gece dedin mi ay ışığı var ve ay ışığında parlıyor gözbebekleri. Parlayınca bir gülümseme geliyor yüzüme. Bazen çaktırıyorum bazen de farkettirmiyorum.
Bu önemli değil. Yani benim için. İnsanlar aşağıda çalışırken ben burada hiç bilmediğim yönlerimi keşfediyorum. Bu güzel oluyor. Yani aşağıda derken yanlış anlama bu bir tür sınıf ayrımı değil. Yalnızca bulunduğum ev iki katlı ve ben üst kattayım çünkü beni buraya bıraktılar çünkü sen buradasın.
Bilmediğim yönlerimi keşfetmek iyi oluyor derken bu sadece benim için de olabilir herkes için de. Başkalarının ne hissettiği önemli değil. Önemli olan tek bir şey de olsa hissedebilmeleri. Kelimeler ve sesler. Onlar varlar. Hiç görmeyen biri için de,hatta hiç duymayan belki de duyamayan.

26 Ağustos 2009 Çarşamba

Şıp Şıp

nereye gitsem oraya yağmur getiriyorum.
yine penceremde şarkı söylüyorlar.
yağmurlar.
anlatıyorlar kelimelerce. durmuyor susmuyorlar.
tüm gidenlerin ruhlarınca bağırıyorlar.
evleri yanmış tüm insanlarca çağırılıyorlar
yağmurlar . . .

Sabaha Merhaba

ay ışığım. gelmeye yaklaştım. aslında yok gibiydim ama her gece ışığınla beslenmekle meşguldum. ağrılarım azaldı,sana bahsetmek isterim.
her sabah farklı şehirlerde uyanmak gibisi yok. işte bu heyecanı özlemişim.
arkama bakmadan gidiyorum*
ve her geçen saniye uzaklığa bir kilometre daha basıyorum

23 Temmuz 2009 Perşembe

Tuz ve Nem

21 Temmuz 2009 Salı

bulutların üstünden bıraktım

Bulutların üstünden bıraktım ben kendimi sonunu düşünmeden
duygular sarınca beni
gizlice tuttum ellini
yüzüne baktım usulca
gözlerin fısıldadı mutluluğu yavaşça
gözlerin fısıldadı mutluluğu yavaşça
çiçeklerin kokusu dalgaların şarkısı rüzgarın fısıltısı
bir sana birde bana
bir sana birde bana

bahçede hanımeli
gökyüzünde yıldızlar
yağmurun narin sesi şimdi bir anlamı var
aşk nasılda kırılgan sus dedim ama olmadı
kalbimden ismin geçti kimseler duymadı
kalbimden ismin geçti kimseler duymadı
çiçeklerin kokusu dalgaların şarkısı rüzgarın fısıltısı
bir sana birde bana
bir sana birde bana

19 Temmuz 2009 Pazar

İstiklal Sokakları.

Şu an İstiklalde bir yerde oturuyorum,gün ışığı.

Keşke burda olsaydın,sana seslenmek istedim.Herkes dışarı atmış kendini bir de Sigara yasağı geldi ya mahvolduk.

Çok sıcak,çok çok sıcak.

Dün Ezginin Günlüğü konserindeydik.Senin için de söyledim ben :)

Yazacak çok şeyim var,şimdi anın tadını çıkarmalıyım.

Dönünce yazacağım hepsini,

Seviyorum seni.

16 Temmuz 2009 Perşembe

Ay ışığının varlığında

Deniz kenarından yazıyorum ay ışığım. Evet ilk söylemem gereken buydu çünkü tüm güzellikler hep olduğu gibi burada saklı.
Kaset koleksiyonuma yeni parçalar ekledim yakın zamanda. Film konusunda da aynı şeyi yapıyorum. Günler güzel geçiyor çünkü ardındaki gecede ay ışığı saklandığı yerden ortaya çıkıyor ve düşünceleri hapis yattıkları yerden kurtarıyor.
Kelimeler düşüncelerin hapsinde değil artık. Ama içimde bir acelecilik var. Sol tarafımdaki pencereden bakınca o eşsiz dalgalanan maviliği görebiliyorum. Bu beni sahiden çok heyecanlandırıyor. Beklemek istemiyorum. Artık beklemek istemiyorum.
Kelimelerimi sana oradan fısıldamak istiyorum. Bu tuşları ekranı ve gürültüyü boşver.
Sigaramı ve ucuz şarabımı alıp gideceğim. Belki onu görürüm. Hatırlarsın,burası onun şehri ;)
İlk buluşmamızda sana haber vermiştim heyecanımı bir nebze dışarıya vurmak için. Sonrası iyilik hoşluk. Hani demiştim ya eskiye dönüyorum,çakallığa dönüyorum diye. İşte şimdi tam da sırası. Bu sahilden daha uygun bir yer olamaz.
Kabare winston ve doors eşliğinde sarhoşluğa uçuyorum.
Senin için de içeceğim*
Seviyorum

11 Temmuz 2009 Cumartesi

Gün Işığının Yokluğunda.

Ah gene bana bıraktın buraları değil mi?

Beklerim bende,bekledikçe paylaşırım.

Midemde kar taneleri uçuşuyor yaz sıcağında.

Buzuldan terler.

Seviyorum.

5 Temmuz 2009 Pazar

His..

Bu gece dönüyorum kadın.

Bekleyelim bakalım..

2 Temmuz 2009 Perşembe

Jonathan vardı da ne oldu...

Martılar güzel hatırlatmalarla geldiler
En sıcak en samimi en doğal en aşk dolu zamandı geldiklerinde.
Sonra biz gittik,bıraktık onları.
Sonra onlar bizi geçti,yol aldılar hiç durmadan. Eee ne olacaktı ki,ne bekliyorduk ki?
Bizle birlikte buhranda kalmalarını mı?
Yok.
Anlamsız.
Martılar koşuşturuyor. Ve geride bıraktıklarımızı yanlarına alıyorlar. Acı olan bu. Aslında hak etmediler mi?
Evet. Ama bilmediler ki onları ne çok sevdiklerimizi
Zaten bilseydi onu ne çok sevdiğimi zaten anlayacaktı ki...

1 Temmuz 2009 Çarşamba

Temmuz

temmuza girmişiz bile. vay canına. nasıl da geçiyor. yakında eylüle gireceğiz.başlangıç tarihine bakıp hüzünleneceğim. sonra ekim gelecek. en özel günün tarihinde bir kez daha öldüreceğim onu ve kendimi.kasım olduğunda kimse kutlamasın doğum günümü. çünkü yok artık öyle bir gün. yaktım tüm iplikleri.

30 Haziran 2009 Salı

Soruyorum cevap ver!

Herkes ne kadar uyumlu,iç içe
Herkes ne kadar birbirini seviyor
Ve herkes ne kadar birbirini tanıyor öyle

Herkes ne kadar sıradışı ve sürekli
Herkes ne kadar güçlü ve beraber
Herkes ne kadar sevgili

Herkes ne kadar güzel,hem yorgun hem de özel.
Herkes nasıl mutlu böyle?
Nasıl aşmışlar sorunları,nasıl nasıl mutlular bir görsen.

Ben ne kadar uzaktayım senden bile.
Ben nerelerdeyim böyle?

29 Haziran 2009 Pazartesi

Hatıra



En mutlu gün 1

Sıcak günün serin aşkı*

28 Haziran 2009 Pazar

Günaydın'

dedi içimden bir ses;

yepyeni bir sabaha güzel başlangıçlar yapmanın ve öncesinde uzun zamandır görülemeyen güzellikte bir gecenin yaşandığı döngünün ertesinde ortaya çıkan kıpırtının sesi olmalıydı. Yine bir yerlerde eksiklikler vardı ama artık olsun demekten başka hal kalmamıştı.

İşte böyle bir anda,günaydın dedim kendi kendime. Ne de olsa gün ışığıydım,gecenin gelmesine daha vardı ve biraz umut gerekti ay ışığında kullanmak için..

Ve

Nokta
.

O zaman geldiğinde;

Sabah hep dönüyor geceye

Gündüz yaşatıyor aşkları,tüketiyor geceye...

Gündüz uyandırıyor bilenleri ve bildiğini bilmeyenleri..

moonwalk

Esas olan beklemek değil aslında.Farkındalığa yol açtın gece..

Beklesen de beklemesen de geliyorum hep sana. Dönüyorum etrafında..

Ama görmüyorsun ki beni,tutunmuşsun yıldızlara,tutuluyorsun ay ışığına...

gecesin işte,unutturmuyorsun farkındalığı,unutturmuyorsun dilemeyi,unutmuyorsun yanıp sönmeyi-gidip gelmeyi..

yakamoz olup iniyorsun denizine,yıldızlarla atışıyorsun.
Onlar iz bırakamazken gökyüzüne,sen isim takıyorsun kendine,deniz ve mehtap olup dolanıyorsun dillere ve yayvan gülümsemelere!

mina de setra

Sen o'ysan,bunun cevabını en iyi sen bilebilirsin.

Sahi,yaşıyoruz işte.Kabuksu hayatımı dolduruyoruz sürekli birşeylerle.

Gece hep gece bende.Hep geceyim.Zifiri karanlıkta bulurum yalnız kendi sesimi.

aydınlıksın işte,yapayım dediğin sürece en doğalısın aslında öyle ki gözümü alıyorsun sık sık ama gizliyorsun.Dev fırça darbeleriyle örtüyorsun gecemi.Gündüzsün sen -ki bence bu en güzeli..

Ama seviyorum işte,halbuki aydınlık portakalda vitamin bile değil daha.

Gülelim,dağıtır belki gökyüzünü yıldızlar daha parlak..

Kim bilir?

Derim ki

Derim ki ben de;
Acıdan pay çıkarmaya bakalım.Boşuna mı biriktirdik onca yaşı?

Aydınlık bir cenin kadar uzak. Daha fazla parlamaksa ancak bir ölünün harcı olmalı..

Hala bekliyormuyuz ki tekrar doğacak sıcak sahici gün ışığını?

Desem ki

Desem ki sana,koparıp alsak içimizde biriken yaşı,

Daha fazla parlamaz mıyım ben,sen daha parlak doğmaz mısın ya da daha aydınlık?

Gün ışığı,içimdeki kraterler dolup taştı artık.

Şafak bana çok uzak,şafak bana çok uzak.